
Photo by Ana Paula Lima on Pexels.com
karanlıktır saçları
gündüzün getirdiği zaman onda ağarmaz
söndürür cigarasını akşam sefaları kokmaya başlarken
kolundaki saatte akşamın sekiz buçuğu
babadan kalma bir hatıra gibi durur…
Photo by Ana Paula Lima on Pexels.com
karanlıktır saçları
gündüzün getirdiği zaman onda ağarmaz
söndürür cigarasını akşam sefaları kokmaya başlarken
kolundaki saatte akşamın sekiz buçuğu
babadan kalma bir hatıra gibi durur…
Photo by Arvid Knutsen on Pexels.com
soluk soluğa fısıldadı fırtınanın yorgun atı
havalandırarak uzun kuyruğuyla kum sözcüklerini
dalgaların usuna karışmadan az evvel
bu bir sır, dedi
tamam, dedim, kadehimdeki rakının üstüne yemin ederim
dünyanın türlü işleri üstüne yemin ederim
ocakta fokurdayan aşın üstüne yemin ederim
tülbentten süzülmemiş şarabın bardağı saran tortusu üstüne yemin ederim
bütün yalanların ve allahların üstüne yemin ederim
peki, dedim, söyle henüz duyuluyorken sesin
hüzünlü hayalleri göçerlerin düşten düşe kurulup bozulurken
tutunduğu dilden düşerse türküler
ne olur artık rüyamıza giremeyen şeylere
unutarak öldürdüğün sır sen uyurken nerende gömülü durur…
26,04,20
sana sığınan bu acıyı söküp atamazsın içinden
sana sığınan bu acının gidecek başka ülkesi yok
çıktın evden, kaldırımlarda yürüdün, geçip geldin dükkânların önünden
yaklaştıkça bu kapıya —sanki çok girmek istermişsin gibi— hızlanıyor adımların
eski zamanlardan kalma bir tebessümle —eski zamanlardan: daha genç zamanlardan—
yüzünden —küçülmüş ve incelmiş ve kızarmış yanakların: biraz üşümüşsün— sana sığınmış bu acıyı düşüremezsin
sana sığınan bu acının gidecek başka ülkesi yok
elbiseler, uçuşan etekler giyip sağa sola savurma bu acıyı
kaldır başını taş dolu kuyulardan
biriktirerek, çoğaltarak sana sığınan bu acıyı gör
saçlarını mı toplamalıyız
akışkan, uzun kâküllerini mi çekmeliyiz gözlerinin önünden
yoksa sana dokunmalı mıyız artık…
18,04,20
Photo by emel ceren on Pexels.com
Kendine yiten ruh
Durmadan sayar günahlarını
Korkar işaretlemekten keşfettiği doğruyu
Baharın boş bıraktığı sorularda
İçinin içindeki içlerine kat kat katlayıp saklar görmediği sümbülü
Hiçbir yanlış götüremez halbuki onun toprağı nakışlayan morunu olmadığı bir renge
Defterin üzerine sinerse kokusu çekinirler kapağını açmaya
Henüz yok hiçbirinde ondaki sevabı tartacak endaze…
12,04,20
Photo by daniyal ghanavati on Pexels.com
Serçeler azgın
Serçeler vahşi
Kundakladılar dinginliğimi patlayan tomurcuklarıyla portakal çiçeklerinin
Ağzımda hızlı büyüyen ağaçlar
Bilmeden nerede olduğumu yitik değilim:
fokurdayan toprağın üstünde eriyor yaralarım mor sümbüllere
Serçeler azgın
Serçeler vahşi
Savaşmaya devşirilmiş çocuklar gibi pamuktan göğüsleriyle
yıkıyorlar sessizliğin bendini
Karar vermeli neremde duracağına
her yerlerimde damarlanan bir dalı suya ulaşmış söğütlerin diyeceği
Kovuklar boş
Kiremitlerin altı boş
İlle lacivert yastık
bulut yorgan
Serçeler azgın
Serçeler ebabil
Uçmaktalar bahar damları üstünde kan revan…
05,04,20