sana sığınan bu acıyı söküp atamazsın içinden
sana sığınan bu acının gidecek başka ülkesi yok
çıktın evden, kaldırımlarda yürüdün, geçip geldin dükkânların önünden
yaklaştıkça bu kapıya —sanki çok girmek istermişsin gibi— hızlanıyor adımların
eski zamanlardan kalma bir tebessümle —eski zamanlardan: daha genç zamanlardan—
yüzünden —küçülmüş ve incelmiş ve kızarmış yanakların: biraz üşümüşsün— sana sığınmış bu acıyı düşüremezsin
sana sığınan bu acının gidecek başka ülkesi yok
elbiseler, uçuşan etekler giyip sağa sola savurma bu acıyı
kaldır başını taş dolu kuyulardan
biriktirerek, çoğaltarak sana sığınan bu acıyı gör
saçlarını mı toplamalıyız
akışkan, uzun kâküllerini mi çekmeliyiz gözlerinin önünden
yoksa sana dokunmalı mıyız artık…
18,04,20