SKY’ IN GÜNLÜĞÜ- 3. GÜN

     Bütün gece dolanıp durdum. Kedi olmanın küçük bedellerinden biri daha. Bir kaç böcek avladım, epey bir süre topumla oynadım. Sırayla ev ahalisine bulaştım: kiminin saçına patimi sokup çıkardım, kiminin ayak başparmağını ısırdım, kiminin oyuncaklarını olmadık yerlere yuvarladım. Bir oraya bir buraya sabahı ettim.

     Derken kalktılar. Hızla hazırlandılar. Kahvaltı sofrasına oturdular. Lokmaları birbiri ardına ağızlarına atıp neredeyse çiğnemeden yutmaya başladılar. Bir zeytin çekirdeği masadan  yuvarlanarak onların son sürat akıp giden zamanından benim (masanın altında pinekleyen aşırı yakışıklı Sibirya kedisi) artık akışkanlığını kaybedip neredeyse pelteye dönüşen zamanıma geçerken sırtındaki paraşütün ipini çekip yavaş yavaş havada süzülmeye başladı. Onu ekmek kırıntıları, yeşil biber sapları, yumurta kabukları, süt ve reçel damlaları izledi. Masanın altı dakikalar içinde olay mahalline dönüşüverdi. Yukarıdaki katliamın bütün izleri ayaklarımın dibine serildi.

    Bense bir an önce gitmelerini istiyordum. Ve giderken balkon kapısını açık bırakmalarını. Bu küçük olasılığın gerçekleşebileceğini düşündükçe birkaç kez istemsizce yalanmaktan kendimi alamadım. Çünkü bir kere olmuştu. Sinsice atıvermiştim dört patimi de balkona. Sonrasında bir panik dalgası yayıldı etrafa ve büyük bir el beni ensemden yakalayıp hızlıca içeri çekti. Kapı açık kaldı ama sineklik art arda bir kaç çirkin çatırtı çıkararak kapandı.

     O günden beri ben ( mahallenin en romantik kedisi) fesleğenin yaprağına konmuş kanatları benekli kelebeği unutmamaya çalışıyorum, biberiyenin dallarında açmış dört çiçeği, beni görür görmez ahşap çiçekliğin bir kenarına saklanan tuhaf böceği, fayansların üzerindeki tozda dün geceden kalmış muhtemelen bir kertenkeleye ait izleri, gider borusundan girip çıkan karıncaları, kulaklarımı kafama yapıştırmak istercesine sert esen rüzgarı, karşı evden gelen kızarmış et kokusunu, zeytin ağacından havalanan iki baştankarayı unutmamaya çalışıyorum.

     Lakin istediğin şey bir unutuşa bağlıysa uçuyor demektir. Ne kadar yukarıya sıçrarsan sıçra yakalayamayabilirsin.

     Gittiler. işe yaramaz bir kaç pencere ve oda kapısı,ortalığa öylece bırakılmış üş beş tüylü, çıngıraklı oyuncak… Hepsi Bu! Mutfak kapısını saraylarının hazine odasıymışcasına sıkı sıkı kapattılar. Yatak odası penceresinden gidişlerini seyrederken duygularımı anlamaktan uzak sevimli sevimli el salladılar bir de.

     Mutlu değilim, hem de hiç. Yeni günün tozu kertenkelenin izlerini örtmeye başlamıştır. Sıska karıncalar çoktan kelebeğin cesedini yuvalarına taşımışlardır.

25,07,2017

SENDEN SONRA

Senden sonra

üç gün daha yaşadım

İlk gün ağzıma lokma koymadım

ikinci gün denize bakasım gelmedi

üçüncü gün sigaraya yeniden başladım

üç güneş

hilale ufalan üç ay

üç yıldızlı gök

senden sonra…

 

 

 

SKY ‘IN SEYİR DEFTERİ 2.GÜN

     Kırmızı gül açmış. Bu güzel haber. Uzun bir yolculuktan dönmüş olsaydım ve bahçenin kapısından girince yeni açmış kırmızı gülü görseydim çok mutlu olurdum. Eğer yolculuğum güzel geçmişse bir parçası olurdu gül de. Yolculuğumun mutlu sonu… Yok berbat bir yolculuk geçirmiş idiysem bu gül ona koyu bir nokta koyar ve bana yeniden başlamak için ihtiyacım olan gücü verirdi. Eğer bu gülü hafızama yeterince kazıyıp onu muhafaza etmeyi becerebilirsem belki Kadıköy’ den karşıya giden vapuru kaçıracağım bir gün o gülün hatırasıyla Boğaz’ ın manzarasını birleştirip bir sonraki vapuru beklerken oyalanabilirim. Ve böylece (aslında gözüm martılarda) sağda solda pıtı pıtı yürüyüp insanların attıkları kırıntıları yiyen güvercinlerde rahat eder.

     Peki bir kedi nasıl oluyor da konuyu bahçede açan kırmızı bir çiçekten kaçırdığını var saydığı bir vapura getiriyor?

     Anlatıyorum: Yeni evimdeki yaşantımın altıncı günüydü. Salonun kapısından girince sağ köşedeki pencereye sıçradım. Daha önce de orada takılmıştım ama dikkatimi çeken bir şey olmamıştı. Hava açık ve güneşliydi. – Övünmek gibi olmasın ama gözlerim bir kaşifin gözleridir.- Ve denizi gördüm. Uzun boylu sitelerin bitiminde başlıyor ve geri kalan her yeri kaplıyordu. Ben daha önce orada gökyüzü var sanıyordum ama büyük kısmı meğer denizmiş. Benim büyük yorgunluğum için biçilmiş masmavi atlastan bir yatak.

     Ama sakın aynı denizin farklı sahipleri olduğumuzu düşünmeyin. Bambaşka iki denize bakıyoruz sizinle. Benim denizim, nasıl anlatsam, şu yatak odasında duran çok çekmeceli şeyden atlayınca karın boşluğumda ve biraz da kasıklarımda hissettiğim o tuhaf ve hoş akımla dolduruyor içimi. Ona her baktığımda sanki durmaksızın o yüksek mobilyadan atlıyorum. Gözlerimi çekmeye korkuyorum çünkü tam o sırada küçük bir dalga kendinden daha büyük bir dalgaya yandan saçma sapan bir açıyla çarpıp ondan minicik bir damla koparabilir. Ya da meraklı bir başkası dışarıda olup biteni görmek için diğer dalgaların omuzlarına basıp yükselebilir ve pırıltılı bir köpük saçarak gördüklerini (kıyıda dondurma yiyen iki çocuk, şemsiyenin gölgesine sığınmış lezzetli serçeler, toplanmayı bekleyen firari deniz kabukları) ballandıra ballandıra anlatmak için dönebilir. Eğer bir an gözlerini çevirirsen bir daha asla tekrarlanmayacak güzel şeyleri kaçırırsın, benim denizime bakıyorsan hep tetikte olmalısın.

     Bir kedinin denizi seni vaatlerle kandırmaz. Hiç bir vaatte bulunmaksızın neyi varsa sunar sana. Eğer sizin denizinizden bizimkini ayırabilseydik size çöpler, kötü kokulu balçık ve bir kaç lezzetsiz, kılçıklı balıktan başka bir şey kalmazdı. İşte bu yüzden bir kedi için vapuru kaçırmak o kadar da kötü bir şey değildir. Eninde sonunda bir tanesine binersin ve binemediğin bütün vapurları da zaten kaçırmış sayılırsın. Üstelik tahminimce pek az kedinin karşı kıyıda mühim bir işi vardır.

     Hava kararıyor. Deniz flulaştıkça zihnim de bulanıyor. Bu saatlerde mahallenin bütün köpekleri aynı anda ulumaya başlıyor. Kırmızı güle bakıyorum. Hüzünlü bir akşam değil ve sanırım biraz mama yemeliyim.

 

 

 

 

İNCE GÖR TERS FALSO VER

ince hesaplar

ince hesaplar

ince hesaplar

doldururken kadehimi

sanki son şişeymiş gibi

ince hesaplar

işte sen buradasın

işte ben buradayım

biz de gelir birazdan

kavun bile keseriz

pastırma da var

ama sen yap yine istiyorsan

ince hesaplar

ince hesaplar

ince hesaplar

17,07,17

 

 

 

KAPTAN ÇAY DEMLİYOR

Sığındık gölgesine

serin, küçük, loş odaların

Hani elinde valizinle ansızın çıkıp gelsen

ilişirsin illaki bir köşesine

Dert etmez kimse hüzünlü de olsa ağırlığını

sıcak ekmek sarılı bir gazete varmış gibi koltuğunun altında

gülümser kapıyı açan

 

Sığındık lacivert tentesinin altına denizin

Gün batmaya yakın başlıyor sarhoşluğumuz

-şarkıdan ve rakıdan bağımsız-

Sofradan artan tuz dökülüyor denize

kavun kokusu

ve biraz da çocukların vakitsiz uykusu

söylediklerimize mi gülüyoruz sustuklarımıza mı

pek de mühim değil artık

çarpışınca iki kadeh

daha az dolu olanının daha uzun sürüyor kulaklarımızda yankısı

Bunu da öğrenmiş oluyoruz bu kuytu koyda

 

 

Peki nasıl oluyor da kaptan her sabah daha güzel demliyor çayı

Ya şu çıtkırıldım zeytin nasıl bu kadar çabuk bırakıyor içindeki acıyı…

11,07,17

 

SKY’ IN SEYİR DEFTERİ – 1. GÜN

       Bu gün pencerenin önünde oturmuş dışarıyı seyrederken ve dışarıda hiçbir şey olmazken minicik bir örümcek tavandan bakışlarımın ortasına indi. Kocaman gözleriyle bana baktı. Gözlerinden büyümeye başlamış gibiydi. Sanki gözleri büyümeyi bitirince sıra diğer organlarına gelecekti. Bir an sağ patimde bir kımıldanma hissettim ama sonra kendiliğinden geçti, hiçbir şey yapmadım. hem küçük, beyaz bir örümceğe kim neden bir şey yapsındı ki?

     Onu daha iyi inceleyebilmek için göz bebeğimi büyüttüm. Böylece daha az mavi gözlü ama daha iyi görebilen bir kedi oldum. Kıl gibi bir salgıya tutunmuş neredeyse şeffaf bu yaratık belki de günün en heyecan verici olayı olacaktı. ”Aman Allah’ım, lop yumurta kadar sıradan bir gün yaşıyorum.” diye geçirdim içimden. Bilirsiniz işte yatılı okul yemekhanelerinde , ekmek arası nevale satan bakkallarda, her şey dahil otellerin kahvaltı büfelerinde üst üste duran birbirinin tıpkısı, saatlerce pişmekten içleri morarmış, soyulur soyulmaz sıradanlığının kokusuyla her şeyi, her yeri dolduran sayısız yumurtadan biriydi bu-gün. Ve ben bir pati darbesiyle onu kimsenin erişmeyi beceremediği ya da erişmeye uğraşmadığı şu duvarın dibinde sessizce barınmayı sürdüren tozdan ve ölülerden oluşan üçgen prizmanın içine yollayabilirdim.

     Bu arada o tozdan prizma bu evdeki en sinsi şey. Varlığının ve onu nasıl sürdüreceğinin tamamen farkında. Ne parkede belli bir sınırı aşıyor ne de duvardaki ahşap çıtada çok fazla yükseliyor. Herkesin bildiği ama kimsenin ne isim koyacak kadar sevdiği, ne de lakap takacak kadar gıcık olduğu bir şey olmayı başararak devam ettiriyor yaşamını. Benim tekrarlayan günümün içinde aykırı macerasını yaşıyor. Hassas bıyıklarım çabasının yaydığı titreşimleri algılıyor.

    Örümcek benden sıkıldı. Kendini usul usul yukarı çekiyor. Gözleri kocaman ve alıngan. Şeffaf bedeninden günün son parlak ışıkları süzülüp gözlerime çarpıyor.

 

Elimizden gelen

Limonu suladık

Narı budadık

Orkideyi kestik üçüncü boğumundan

Kediyi ensesinden sevdik

köpeği karnından

Su tabancası da aldık oğlana

Biz bu dünyaya daha ne yapalım sevgilim

03,07,17