Ayaklarım havada
başım göklerdedir şimdi
ister inan, ister inanma
yoktur benim hayallerimde yerçekimi…
27,11,17
Ayaklarım havada
başım göklerdedir şimdi
ister inan, ister inanma
yoktur benim hayallerimde yerçekimi…
27,11,17
Yetiştiremiyoruz eski hikayeleri yeni aşklara
filler kadar da mı sadık değiliz köklerimize
belki alıştık durduğumuz yerde ölmeye
Aynayı çizen bir kırışıklık olduk sanki
Göçmeyi bıraktık ardı sıra yağmurun
çayırların ateşine verip yazgımızı kaçardık oysa
yıldırımın kamçısından
Uyurken yıldızların solgun gecesinin altında
yaklaşınca çakallar
toynaklarıyla toprağı uyandıran atları da terk ettik…
22,11,17
O yeşil tepeye çıkılmaz iki bacakla,
senin kanatların nerede?
göynek cebinde cigaran,
bir tarafına kilim serilmiş kibritin,
bozuk paraların dolmuşa binmek için unuttuğun ceketinin astar cebinde,
Küçük telefon defterin:
siyah ve dikişleri sökülmeye müsait sayfalarında
aramaya çekindiğin bir kızdan ötesi yok.
Yeşil örtülere dökülmüş ellerin
Zarların, pulların, bellisi bol desten nerede?
üşüdükçe çaya kattığın kanyak,
eve dönmemek için beslediğin inat nerede?
Dünyaya yaklaştıkça,
Pazarlara, okul çıkışlarına, bayramdan bayrama hiç görmediğin atalarına,
alıp seni dumanlı odalarda efkarla dinlenen Ahmet Kaya’ ya götüren
kanatların nerede?
Çıkılmaz o yeşil tepeye iki bacakla…
20,11,17
Sabahı bildik
Kaçmadık toprağın – çürütse de- hükmünden
Tek kanat darbesiyle çözdü dilimizi serçe
Çiçeğe konan arıyı beğendik
Balı sarartacak yaprağı gördük
O dakikalarda kara köpek çıktı kulübesinden
gerindi, gerindi, gerindi
ta kalan vaktinin ucuna kadar
esnedi bir dağı yutarcasına
aktı çenesinden göğsüne yaşamanın ak suyu
Herkesten sonra açtı bahçe gözlerini
yeşil tüyleri allak bullak
geceden ıslak ve üşümüş
kıyamamış örtünün kendine ait yarısını çekmeye sevgilisinin üstünden
-canı tatlıdır aşkın-
Şimdi ellerinde kuru dallardan bir tarak
şaşkın şaşkın bakıyor salyangozun parlak izine…
15,11,17
Zaman değil ama
uykusu acımış çocuk incitiyor.
Ne olduğunu anlayan adam,
dışarı çıkmak için dişlerimi kıran söz incitiyor.
Yıkıldığında direkler, hurda oluyor seni ayakta tutan demir.
Artık toprağa açılan kapı,
evden eve akan bir yokuşu unutamamak,
ve döndüğünde orada bulamamak penceresiz odayı incitiyor.
Göğsümü kulaçlayan ”an” değil de
Kemikten kafesinde çürüyen isyan
incitiyor.
Yürümek mi?
Hayır!
Yürümek güzel.
Dünyayı döndürüyor gibi oluyor insan.
Bir ormana hayvanlar saklıyorsun zalim avcılardan kaçırıp,
hüzünlü kadınlar görüyorsun,
Emeği ekmek etmemiş erkekler.
Yürümek güzel.
Kaybettikçe kendimi kopan bam telinin çıkardığı sesten,
esirgiyor adımlarımın tuttuğu ritim aklımı delilikten.
Ama avareliğin büyüyen nasırı tabanımda
incitiyor.
10,11,17
İki gün
bir de dün geçti
Karşının tanrısıydı
Vapura binip akşam Beşiktaş’ a geçti
O gidince kurduk sofrayı
geceden dört şişe şarap geçti
Sarhoşluğun hükmü
Uykunun vakti
Göçün mevsimi geçti
Kaldık harabesinde sofranın
ekmeğin buğusu
zeytinde kekiğin kokusu
çayın demi geçti
Uyandı Kadıköy’ ün tanrısı
ömrümüzden gün biçti…
01,11,17