İnecekken sırtına aklın çivili kamçısı aldım seni cellâdın elinden, kâlbe giden patikanın kenarına dikmeye götürdüm köklerin kurumamıştı henüz
Açınca beyaz tenli çiçeklerini, baharın diğer anlamlarından daha güzel görün diye fazladan çiy damlaları ekledim yapraklarına inançlı bir ruhun yalvarırken akıttığı gözyaşlarının anısına
Şehre inince — mecbûr da değildim— yükselip bir taşın üstünde hiç yazmadığın mektupları okudum basılmamış pullarla damgalattığın zarflarından çıkarıp kalabalıklara sevecen bir nihaventle besteleyerek
Sensizlikten ve senden uzakta uzun uzun düşündüm şimdilerde nasıl göründüğünü seni seven birisine; üzüyor muydu hâlâ pazar yerlerine ansızın kurulan çadırları satıcıların ve sirke sineklerinin çürüyen meyvelerden pupa yelken açılması gökyüzüne kimliksiz, vatansız
Öyle çok zaman oldu ki bu çılgınlığa gözlerimi kapayarak bir şeyler ummayalı, bilmem kaç dua koyup çıkardım sandığa reddedilmiş; yine de hâlâ vaatlerinle dolu ellerim ve bomboş verdiklerinle
Kış da geldi, kısalan günler gibi ağırkanlısındır mevsim geçişlerinde sen, beni gönderirdin yanında olsam, yel gibi gelen akşamdan kaçmayı bilen hızlı bacaklarımla, istençe karışan düşle aklına dolanan bacaklarımla, tırmanmayı-kaçmayı-ayak diremeyi dönüşen hayvanlardan öğrenen —hani o sönüveren öpücüklerin vardı ya üstelik başkalarıyla yolladığın— bacaklarımla gönderiverirdin değil mi?
Oysa ekmeğin tanrısı termiş, yorgun tene yapışan tozu dünyaya geri veren, sadece ter, damlayan ve silinen bazen başıbozuk mendille
Ne çok var, ne de yok artık
Anlaman lazım
Sevgilim,
alnımda kırışan eski bir heyecan bende gördüğün tanrı…
27,11,19