İS

Ağladım

bulutların kurak mevsiminde

Odandaki koltuk yoktu, masa yoktu

Ölmeye yemin etmiş bir sinek bütün öğleden sonra açık pencereyi hiçe sayarak boşluğumuzda uçtu durdu

Bilmediğin bir yeri gökyüzü sanmak ne kolay

Bilmediğin bir yerin duvarlarının rengini aklından geçen sanmak

Giden eşyalardan kalan is hatıraları yanıltır

Ağladım

yer çekimine karşı

sineğin bin gözüyle

Saçlarımdan başlayabilirsin artık beni bırakmaya

Islak şeyleri terk etmek hep daha kolay…

27,02,19

BEYRUT

Şehir adları vapurunda

isim, şehir, martı derken öyle bir

geçmişiz ki karşıya

“ Yaşasın!” diye haykırdı “ Beyrut’ a geldik sonunda.”

“Vah!” dedim üzülerek “burası hiç Beyrut değil malesef

Beyrut’ ta gayrimüslimler, gayetmüslimler, kendinemüslimler ,

ne yapsa ne etse kimseye yaranamamış kara gözlü çingeneler varmış.

Açılmayacak kapılarının önüne serili, çatılarda gurruklayarak cilveleşen besili kumrulara bakan, kuru götlü sarman kediler varmış.

Beyrut’ ta aşıklar içsin diye küplerce şarap yığılmış meyhanelere yakın duran nargileciler hanından tüten dumanlarla gelecekten haber veren falcılar mermer sütunların gölgesinde avlanmak için pusuya yatarmış.

Kebapçılar Çarşısı şu saat isli nohut kokarmış.

Bir de Beyrut’ a ulaşmış her mektubu başka bir Beyrut’ a dağıtan deli postacılar sokaklarda fink atarmış “

Şair adları vapurunda bir pazar öğleden sonra

Cisim, betim, şiir derken öyle bir bitmişiz ki karşıda

sanırsın kumral gibi bir ağaç

“Eyvah!” diye haykırdı “ ya hep kalırsak burada? “

“Yok” dedim “ korkma! balıklara attılar bizi nimetten sanıp, dalgalarda kuruduk martı olduk epey zaman geçti üstünden.

İstersen kışla güz arası bu sıralar yani tam da mevsimi Beyrut’a uçmanın

Şimdi Beyrut’ ta bitmiş masallardan murad toplayan Dürzü kızlar herkesin gavurluğunu yüzüne çarpmaktaymış,

vizesiz de girilebiliyormuş artık ama Beyrut’ a giden her iyi vapur adını illaki bombalarla soslanmış bir ölümden almalıymış…

21,02,19

DÜŞERKEN AMİN

Taşa yığılan yıllarca düşündün durdun

Hangi kitaba inanıyorsan aç bak

Mesela yüz yetmiş birinci sayfasına ya da üç yüz on altıncı

Başkasının Allah’ ına ettiği duasına söylenen kiralık bir amin göreceksin

belki de beni, tellerin altından geçerken elektriğe kapılan rüzgarla tüylerim diken diken

cigarayı bırakalı aylardır ilk defa çıktığım balkonda ölmüş çiçekleri diriltiyorum hatırladıklarımla

Ve burnuma çarpan nergis kokusunun yüzeyel yaralarla atlatmasını umuyorum kazayı

Ah Evet, beni de göreceksin

Ellerimi toprak çekiyor artık insan olarak yürümekte zorlanıyorum

Ellerimle tökezliyorum artık

Düşüyorum sımsıkı bir unutuşla ayaklarımın dibine

Ellerimle evet ellerimle bir amin besliyorum sahipsiz gözlerine teramisin sürüyorum açılsın görsün çarpılmadan geçsin sokağın karşısına

Oradaki kalın mukavva kutusunun içine kıvrılsın, dalsın kabul olunmuş rüyalarına…

12,02,19

– de

Şafağın işine karışmayın

O geceden söker uyuyan hayvanların diplerinde biriken yıldızlar tozunu toplar elinin baktığı aynasında mayalar çoğaltır tekrar örmeyi becermeye

Ama bağlaç halinde gelirse kapınıza sabah – de’ nizi sakın kaçırmayın

Gidin dalgalar tokalayın suya

sandallara isim asın

Gidin gözlerinize kum kaçmışsa ağlayın

terliğinizin teki yoktu hani havlunuza geri döndüğünüzde onu bulun kumlar arayana maceradır

-de’ niz varsa deniz yazın imzaladığınız senetin bir köşesine

Fırın taksiti öderken üstüne bir de cümle içindeki bütün maviliklere kefil geri geri yanaşan arabalı vapurun üst güvertesinden dolu dolu şubatı seyredin…

08,02,19

SU YAZI

 

landscape sky clouds hd wallpaper

Photo by Donald Tong on Pexels.com

Su yazı okuyunca buluttur artık,

bilmeden tekrar tekrar düşeceğini

her başka nehirde aynı kalmanın keskin sırtında ” Ağlıyor muyum?” der.

Oysa ıslaktır sadece

Bir mektubun evini dağıtan,

yeni silinmiş camlardaki sarı, solgun fırtınadan mürekkep dalgalı, tozlu bir bulut anısı

Her yükselişinde yanından geçerken İsa’ ya benzettiği o kümülüs niyeyse

diğerlerinden hep daha uzun saçlı…

31,01,19