NÖBETÇİ MARTI

animal-avian-beak-932345

çift kâğıda cigarasından kalın bir nefes esti yüzümde

” Birini mi bekliyorsun?” dedi,  ”Olur olmaz geriye dönüyor başın. Boşver; gelirse de, gelmezse de. Bak: sırtımız duvar yazılarına dayalı, kim kimi seviyorsa bize söylüyor;  bak: ayaklarımız suya ne kadar yakın.”

bakışlarım denize ve ayaklarıma gitti/ bakışlarım/ gitti

” Al ” deyip uzattı şişesini; son yudumunu bağışladı. Sonra şişeyi elimden alıp ters çevirdi. Etten yontulmuş taştan parmaklarıyla dibindeki çukurda gezindi. ”Burada biriktiriyorum herşeyi, bu tersine Vezüv’ de. Şu kayalara yapışan küçük kabuklular gibi sıkıca sahipleniyorlar evlerini. Akıntının sürüklediklerini süzercesine yakınlarından geçenlerin düşlerini, düşüncelerini süzüyorlar. Sonra senin düşlerine, düşüncelerine saçıyorlar, biraz da tuz katıp içine, ansızın püskürerek.Malzemesi bol bir çorba gibi herkesten biraz var ama herkes o tadı kendinden sanıyor” . İlk benim aklıma gelen ama çoktan söylenmiş dizelerle (bknz: yalnızlık kılığında bir insan*, bknz ama ayrı ayrı bknz yalnızlığa ve insana, hangisi çoğalırken azalıyor hangisi bknz tanrıların dumanından cinlerden başka ne türemiş neymiş içimizdeki şey  yalnızken bizimle konuşan bknz ama yalnızken bknz mahrem yerlerinize dokunmadan)  konuşuyordu.

çift kâğıda cigarasından bir boğum daha eksiltip elime tutuşturdu kalanını. ”Bu gece nöbet bende” dedi kalkarken. Kanatlarını açtı, sesi şimdiden çığlık çığlığaydı. Damların, çatıların üzerinde uçacaktı. Yeni yıkanmış çamaşırlara pisleyecek, erkenden içini boşaltıp maç özetlerini seyrederken salondaki kanepede kendine terkedildiği bir pozisyonda uykunun elinde  kalmış adamların rüyalarının içine başka bir rüyadan bağıracaktı. Ona küfürler edecektik. Pek belliydi. Ona annesinin hatırını, babasının bin adından birini, ablasının nerede çalıştığını soracaktık. Pek belliydi.

Hurdacı oğlan artık kulaklarıma pek tanıdık bir lisanla şarap şişesini almak için eğildi. “Dolu” dedim .

Çift kâğıda cigaramdan karanlık -neredeyse lacivert- bir dalga çektim. Bacaklarımda midyeler yürüyordu…

26,01,19

*Refik Erbaş

SENİN BANA BAKTIĞIN

Bulutların gözleriyle seyredersin kurak kışları

Sabahın başka bir göğü vardır sende ve her sabah bir gök daha yaratırsın üstümüze

Bitirilmiş tastamam bir ırmak uyanışında Dillerini taşırsın Dicle’ yle Fırat arasında yiten kuşların

Gövdemde ayaklanır düş gören ormanın kara dalları

rüzgar yapraklardan kızağıyla iner kıyıya,

denize girilen ilk gününde mevsimin her dalgada tekrarlar kendini sana sarılmak.

Ben sana bakarım

ama senin bana baktığında başlar hikaye

Yorulup oturduğu yerden alırız dağın yolculuğunu

dağın ve Nemrut’ un bir türlü varamadığı maviye varırız

bütün renkleri bulmak mümkündür seninle

Sen bana bakarsın

Yokluğun bilinmez sanırsın usulca eksilince yataktan

Yan odada uyuyan bir oğulmuş gibi kalkıp dünyanın üstünü örtmeye gidersin…

15,01,19

BEN VE BAZI PAPATYALAR

Sığmadık günlerine

Ben ve bazı papatyalar biraz şekilsizdik belki de

Konuşurduk,

komşuları çekiştirirdik ölesiye

” Neden bize hiç uğramıyorlar?

: bir kahve içmeye, iki tek atıp efkar dağıtmaya, kenarı yeşil çiçeklerle bezeli melamin tabağa muntazam dizilmiş üç-dört dilim ıspanaklı börek vermeye… ”

Ben ve bazı papatyalar biraz geçimsizdik belki de

Sözler de uydururduk:

mesela “ombardisna”

Depremlerin ve fırtınaların sonunu bekleyebilirdik el ele tutuşarak

ve gürültüler ve bulutlar yokluğa çekildiğinde

Ombardisna, derdik, sonunda ombardisna

Bazen ışıkların geri dönmediği olurdu

O zaman ellerimiz biterdi birbirinden türeye türeye

gecekonduları -kaçak mabetlerini kovulmuş tanrıların- çekerdik üstümüze

affedilmeliydi hırsız çocuklar; en son bunun kararını almıştık

Yoksa vallahi bir daha yüzümüze güneş sürmezdik sabahları

düş gören aynalardık en çok

başka yüzlerle kendimizi sınardık

biraz ben ve belki de bazı papatyalar…

02,01,19