çift kâğıda cigarasından kalın bir nefes esti yüzümde
” Birini mi bekliyorsun?” dedi, ”Olur olmaz geriye dönüyor başın. Boşver; gelirse de, gelmezse de. Bak: sırtımız duvar yazılarına dayalı, kim kimi seviyorsa bize söylüyor; bak: ayaklarımız suya ne kadar yakın.”
bakışlarım denize ve ayaklarıma gitti/ bakışlarım/ gitti
” Al ” deyip uzattı şişesini; son yudumunu bağışladı. Sonra şişeyi elimden alıp ters çevirdi. Etten yontulmuş taştan parmaklarıyla dibindeki çukurda gezindi. ”Burada biriktiriyorum herşeyi, bu tersine Vezüv’ de. Şu kayalara yapışan küçük kabuklular gibi sıkıca sahipleniyorlar evlerini. Akıntının sürüklediklerini süzercesine yakınlarından geçenlerin düşlerini, düşüncelerini süzüyorlar. Sonra senin düşlerine, düşüncelerine saçıyorlar, biraz da tuz katıp içine, ansızın püskürerek.Malzemesi bol bir çorba gibi herkesten biraz var ama herkes o tadı kendinden sanıyor” . İlk benim aklıma gelen ama çoktan söylenmiş dizelerle (bknz: yalnızlık kılığında bir insan*, bknz ama ayrı ayrı bknz yalnızlığa ve insana, hangisi çoğalırken azalıyor hangisi bknz tanrıların dumanından cinlerden başka ne türemiş neymiş içimizdeki şey yalnızken bizimle konuşan bknz ama yalnızken bknz mahrem yerlerinize dokunmadan) konuşuyordu.
çift kâğıda cigarasından bir boğum daha eksiltip elime tutuşturdu kalanını. ”Bu gece nöbet bende” dedi kalkarken. Kanatlarını açtı, sesi şimdiden çığlık çığlığaydı. Damların, çatıların üzerinde uçacaktı. Yeni yıkanmış çamaşırlara pisleyecek, erkenden içini boşaltıp maç özetlerini seyrederken salondaki kanepede kendine terkedildiği bir pozisyonda uykunun elinde kalmış adamların rüyalarının içine başka bir rüyadan bağıracaktı. Ona küfürler edecektik. Pek belliydi. Ona annesinin hatırını, babasının bin adından birini, ablasının nerede çalıştığını soracaktık. Pek belliydi.
Hurdacı oğlan artık kulaklarıma pek tanıdık bir lisanla şarap şişesini almak için eğildi. “Dolu” dedim .
Çift kâğıda cigaramdan karanlık -neredeyse lacivert- bir dalga çektim. Bacaklarımda midyeler yürüyordu…
26,01,19
*Refik Erbaş